Gözlemci Hakem Şahit Görevi Nedir? Edebiyatın Adaletle Buluştuğu Sessiz Tanıklık
Kelimenin bir yankısı vardır; insanın iç dünyasında titreşen, zamanla anlam kazanan bir yankı. Edebiyat, bu yankıların izini süren en güçlü tanıktır. Her yazar bir anlatıcıdır, ama her anlatı aynı zamanda bir gözlem, bir yargı, bir şahitliktir. Gözlemci hakem kavramı, sadece hukuk ya da akademi dünyasında değil; edebiyatın vicdanında da yankılanır. Çünkü her metin, adaletle, tanıklıkla ve insanın kendi iç mahkemesiyle örülüdür.
Kelimenin Şahitliği: Edebiyat ve Hakikat Arasındaki İnce Çizgi
Edebiyat, insanın kendine tanıklık etme biçimidir. Gözlemci hakem bu bağlamda, yazının içinde sessiz bir şahit olarak var olur. Tıpkı Albert Camus’nün “Yabancı”sında olduğu gibi, gözlemci hakem, duygularını bastıran ama olayları derin bir tarafsızlıkla kaydeden anlatıcının kendisidir.
Bir metinde gözlemci hakem, sadece olayları değerlendiren bir karakter değil, aynı zamanda hakikatin etik temsilcisidir. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza”sında Raskolnikov’un işlediği suç karşısında okur, bir gözlemci hakem gibi davranır. Suçu gözlemler, yargılamaz; vicdanı tartar, cezayı değil. Bu da edebiyatta şahitliğin bir tür adalet biçimine dönüştüğünü gösterir.
Edebi Tanıklığın Gücü: Sessiz Hakemler ve Anlatı Adaleti
Bir gözlemci hakem şahit görevini üstlendiğinde, aslında anlatının ruhunu korur. Bu, anlatı adaletinin temelidir. Edebiyat tarihinde birçok yazar, adalet kavramını doğrudan değil, tanıklık üzerinden işlemiştir.
Virginia Woolf’un bilinç akışı tekniğiyle ördüğü metinlerde gözlemci hakem, bazen bir iç ses, bazen bir hafıza kırıntısıdır. Bu tanıklık biçimi, “kadınların sesi”ni bastıran bir dünyada yazının adaletini sağlar. Çünkü edebiyat, adaleti çoğu zaman mahkeme salonlarında değil, kelimelerin arasında kurar.
Bir başka örnekte, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sında Raif Efendi’nin sessizliği, gözlemci hakemliğin en zarif hâlidir. O, şahit olduğu aşkın hem taşıyıcısı hem de yargıcısıdır. Şahitlik burada bir görev değil, bir ruh hâlidir.
Tanıklığın Etik Boyutu: Gözlemci Hakem Olmak Ne Anlama Gelir?
Gözlemci hakem olmak, edebiyatta yalnızca olayları izlemek değil, adaletin vicdani dengesini kurmaktır. Her anlatıcı bir şekilde tanıklık eder; ama tarafsız bir gözle bunu yapabilen anlatıcı, metne etik bir ağırlık kazandırır.
Borges’in öykülerinde rastladığımız “sonsuz aynalar” metaforu tam da bu durumu anlatır: Her metin, başka bir metne; her gözlem, başka bir hakikate ayna tutar. Gözlemci hakem, bu aynalar arasında kaybolmadan gerçeği sezebilen kişidir.
Edebiyatın tanıklığı, kimi zaman bir mahkeme tutanağı kadar soğukkanlı, kimi zaman bir itiraf kadar sıcak olabilir. Ancak her durumda, kelimeler birer delil gibi dizilir metne. Yazar, hakemdir; okur, şahit. İşte bu yüzden edebiyat, tanıklığın en insani biçimidir.
Okurun Rolü: Sen de Bir Gözlemci Hakem misin?
Her okur, bir şahittir. Bir romanı okurken karakterleri gözlemler, duygularını tartar, kararlar verir. Bu süreçte okur, kendi vicdanında bir mahkeme kurar. Gözlemci hakem olmak, belki de bu iç mahkemeyi fark etmektir.
Shakespeare’in “Hamlet”i, bu farkındalığın dramatik bir örneğidir. Hamlet, babasının ölümüne tanık olur; ancak adaletin nerede başladığını ve nerede bittiğini bulmakta zorlanır. Biz okurlar da onun gözlemcisi, hatta sessiz hakemleriyizdir.
Sonuç: Edebiyatın Sessiz Adaletine Tanıklık Etmek
Gözlemci hakem şahit görevi, edebiyatta adaletin dilini kurar. Bu görev, ne sadece gözlemlemekle ne de yargılamakla ilgilidir. Asıl mesele, kelimelerin içindeki vicdanı duyabilmektir.
Edebiyat, bize bir hakem olmayı değil; bir tanık gibi dinlemeyi öğretir. Çünkü her metin, bir insanın iç dünyasından dışarıya taşan bir itiraftır. Bir tanık olarak bu itirafı duyabilmek, insan olmanın en ince erdemidir.
Peki ya sen, okurken ne kadar tarafsız kalabiliyorsun?
Bir karakterin suçu karşısında ne hissediyorsun?
Ve belki de en önemlisi — kendi hikâyende, sen gözlemci misin, yoksa yargıç mı?
Kelimenin adaletine inananlar için, her satır bir mahkeme; her okur bir şahit, her yazar ise sessiz bir gözlemci hakemdir.